image

Okunma : 143  Tarih : 19.08.2025  E-Mail : labar.faruk.rf@gmail.com

 
Faruk RİFAİOĞLU

MUSALLA TAŞINA UZANMAK

             Kendimi yerin altında yapayalnız ve kimsesiz hissetmeye çalıştığım zamanlar oluyor.

        İnsan kendini yalnız ve kimsesiz hissetmeye çalışır mı demeyin. Hele de böyle bir zamanda. Zaten kalabalıklar içinde yalnız bazen de yapayalnız değil miyiz?

       Mezarın altına topluca girmeyeceğimize göre…

      Sizce kendimizi yapayalnız ve kimsesiz hissetmede ne kötülük olabilir ki.

      Geçici bir dünyada gerçekte göçebe yaşadığımızı unutup her zaman burada kalacakmışız gibi davranmak size de ilginç gelmiyor mu?

      Her zaman başkası ölecek, ‘’musalla taşına uzanmak’’ bize yazılmamış sanki.

      Yüzümü batıya döndüğümde, doğudakilerin… Doğuya döndüğümde batıdakilerin donup kaldığını, benim onlara bakmamla her şeyin normale döndüğünü zannederdim.

      Kendimi dünyanın merkezi gibi hissettiğim zamanlar çoktu…

      Hatta bakışımın ve varlığımın çok şeyleri düzelttiğini zannederdim.

      Mesela Fenerbahçe maçlarını seyredersem galip geleceğine inanırdım. (Uzun zamandır izlemiyorum, canım Fenerbahçe’m...)

      Ne yani sizin de benim gibi kendinizi dünyanın merkeziymiş gibi hissettiğiniz dönemler olmadı mı?…

      Herkes ölecek, siz ve ben kalacağız dünyada(!)…

     Çünkü ben ve sen değerli okuyucu herkesin dışındayız.

      Ben bu hissi yani ‘’herkes ölecek ama ben kalacağım’’ hissini 15 yaşıma kadar dolu dolu yaşadım.

      Ta ki öğle arası karnımızı doyurmak için uğradığımız babaannem gilde ikram edilen baklavanın şireli alt kısmı gelip nefes borumu tıkayana kadar.

      Gözlerimle etrafa öylesine sessiz, sakin ve masum bakıyordum ki kısacık ömrüm bir film şeridi bile oluşturmaya yetmiyordu. Gözüm yavaş yavaş kapanmaya başladığında, yaşadığım teslimiyeti size anlatmaya kelimeler yetmez. İnanın bu satırları yazarken Ölüme yaklaştığım o halde gözümün kenarından süzülen yaşı hatırladım.

       Ablam sınıf arkadaşını davet etmiş onunla konuşuyor, halamsa ninemle ilgileniyordu. Nefes borumu tıkayan baklavayı boğazımdan fırlatmak için bir maymunu kıskandıracak kadar havaya sıçrayıp boğazımın bir fil gibi şiştiğini ellerimin sağa sola, yukarı aşağı umutsuz ve anlamsız belki son çırpınışlarını kimsenin fark etmediğini anladığımda dünyayla vedalaşma moduna girdim.

      Ölecektim ve neden öldüğümü kimse bilmeyecekti. Kazara birinin aklına gelip de ölüm sebebimi merak eder ve ağzımı bir dedektif merakıyla açarsa, ağzımın derinlerinde boğazımın girişinde nefes boruma şıp diye oturmuş şireli baklavanın sebep olduğunu belki anlayacaklardı.

       Aman Ya Rabi, ne tatlı bir ölüm.

       Fıstıklı ve tereyağlı baklavanın en lezzetli kısmıyla süslenmiş şireli ballı bir ölüm.

       Abartmıyorum bağı çözülmüş dizlerimin üstüne çökmüş halimle…  

       Tarif edilemez çaresiz… kimsesiz… yapayalnız bir sükunetle…

       Yarıya yakın kapanmış olan ve hayatla vedalaşan gözlerle…  

      Rabbimin ömrümün devam etmesini istediğini, halamın mutfak kapısında elinde nineciğime getirdiği bir bardak suyla belirdiğinde anladım.    

      Yarı ölü bedenime tekrar dönen ruhumla son bir hamle yapıp yarış atı gibi fırlayıp elindeki şişeyi alıp ağzıma diktiğimde, şireli baklavanın nefes borusunu terk edip nereye gittiğini düşünmeden, hayata yeni doğmuş bir bebek gibi ağlayarak geri döndüğümü, aynı anda halamın şok olduğunu…

       Ablamın ve arkadaşının ne olduğunu anlamaya çalışırken bana baktıklarını…

       Ölümden kurtulmuş azgın bir boğa gibi (suçları olmadığı halde) bağırmanın en yüksek tonuyla  ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak etraftakileri dehşete düşürdüğümü hatırlıyorum.

      Ölüyordum, ölüyordum… Az kalsın ölüyordum… ölüyordum ve siz benim çırpınışlarımı görmediniz dedim kendilerine…

     Sanki her an benimle ilgilenmeye mecburlarmış gibi.

Ölseydim ne olacaktı biliyor musunuz…?

      Dünyanın merkezi (yani biricik yazarınız) yok olacaktı (!)

      Merkez yok olunca da bu satırlar yazılmayacak…

      Gökyüzünün rengi en azından benim için değişecek…

      Şimdiye kadar yaşadıklarım yaşanmayacaktı…

      Evet evet ölseydim MUSALLA TAŞINA UZANAN ben olacaktım.

Bu nedenle ‘’musalla taşına uzanmadan önce hayatın kıymetini anlamaya çalışmalıyım.’’

 

Yine yeni bir yazıda beraber olmak dileğiyle hoşçakalın, mutlu kalın, huzurla ve sağlıkla kalın.

  Faruk RİFAİOĞLU…




 
  YAZARIN ARŞİVİ
 
 
 
  YORUMLAR
 
 
  YORUM YAZIN
 
Adınız Soyadınız :

Yorumunuz :

Güvenlik Kodu : Güvenlik Kodu
Kod :

 


 
  Akdeniz Gazetesi


 
  FLAŞ HABER
 

  BASIN İLAN KURUMU İLANLAR

 
  EN ÇOK OKUNANLAR
  • Bu Ay
  • Bu Hafta
  • Dün
  • Bugün


  SOSYAL MEDYA
 
 

 


  

 
 
ANASAYFA BİK İLANLAR İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
akdenizgazetesi.net © Copyright 2019-2025 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA