İnsanlık tarihi boyunca sayısız savaş yaşandı. Kimi din, kimi toprak, kimi ideoloji uğruna. Bazı savaşlar sadece güç gösterisinde ibaret olsa da yani koskoca bir hiç uğruna yapılsa da, bu savaşlarda yaklaşık 120 milyar insanın öldüğü belirtiliyor… Tüm bu gerekçelerin ardında Kant’ın da uyardığı gibi, aklın sesinden çok tutkuların ve çıkarların sesi yankılandı. Sonuç hep aynı oldu: Yıkım, ölüm ve insanlığın onurunu yitirmesi.
Savaş, sadece silahların konuşturulduğu, insanlığın susturulduğu andır. Bir savaşın çanları çalmaya başladığında, gökten ölüm yağdıran bombalar sadece binaları değil, sevgileri, geleceğe dair umutları da yerle bir eder. Sadece insanlar değil insanlıkta enkaz altında kalır. Anneler koklamaya kıyamadıkları evlatlarını toprağa verirken, hayatta kalan babalar geride bıraktıkları anılara sarılır, belki bağrına bastığı bir fotoğrafla tutunur hayata.
Sebebi ve sonucu ne olursa olsun savaşta kaybeden hep aynıydı: İnsan.
Kant, “Ebedi Barış Üzerine” adlı eserinde gerçek barışın yalnızca bir savaşsızlık hali olmadığını; adaletin, özgürlüğün ve rasyonel bir hukukun varlığıyla mümkün olabileceğini söyler. Bugün savaşla çizilmiş sınırlar, galiplerin ilan ettiği zaferler birer geçici aldanıştır. Çünkü gerçek zafer, insanın kendi doğasındaki yıkıcılığı aşabilmesidir.
Savaşların arkasında sadece orduların değil, halkların iradesini temsil etmeyen siyasal kararların yattığını görmek gerekir. Kant’ın ifadesiyle, halk savaşı kendi iradesiyle başlatmaz; çünkü savaşın bedelini ödeyen her zaman halktır. Harita üzerindeki stratejik bir hamle, şehirler dolusu mezara dönüşebilir. Bu durum, hiçbir ahlaki ölçütle meşrulaştırılamaz.
Modern çağda diplomasi gelişti, uluslararası hukuk oluşturuldu, insan hakları evrensel beyannamelerle güvence altına alındı. Yine de dünyada savaşlar sürüyor. Kant’ın kozmopolitik hukuk anlayışı, dünya vatandaşlığı fikriyle ulusal sınırların ötesine geçen bir ahlaki sorumluluk önerir. Bugün buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Çünkü bir ekranda insan hakları konuşulurken, diğer ekranda savaş mağduru bir çocuğun gözyaşı hâlâ akıyorsa, ilerlemeden söz etmek mümkün değildir.
Savaşın galibi olmaz; sadece daha az kaybedeni vardır… Savaş, Kant’ın da vurguladığı gibi, insanın doğasına ait değil, onun akıldışı seçimlerine aittir. Bu yüzden barış, yalnızca bir ideal değil; ahlaki bir ödevdir. Akıl, bizi barışa götürecek yolu gösterir ama o yolda yürümek, bizim etik sorumluluğumuzdur.
Gerçek ebedi barış; halkların özgür olduğu, devletlerin şeffaf biçimde yönettiği, uluslararası hukukun üstün kılındığı bir dünyada mümkündür. Ve bu dünya, yalnızca silahları değil, savaş fikrini de toprağa gömmekle kurulabilir. Çünkü insanlık barış ortamında değer kazanır, çünkü insanlık onuru barışın gölgesinde yücelir, çünkü insanoğlu ancak barışla huzura erer…
“Barış, sadece bugün için değil, gelecek kuşaklar için bir borçtur.”
DİLARA AKSOY