Ölüm; gözlerin kayması, kolların yana düşmesi, nefesin kesilmesi ve hayati fonksiyonların sona ermesidir...
Doğumla başlar ölüm ve her doğan canlı er geç mutlaka yüzleşir onun soğuk yüzüyle. Canlılar aleminde yalnızca insanoğlu bilir öleceğini ancak hiç ölmeyecekmiş gibi davranan yine insanoğludur.
Ölüm gerçeği, insanın belki de en az konuştuğu gerçekliktir. Ölüm, hayatımızın her anında, her köşesinde bize ne kadar yakın olduğunu usulca hatırlatır ama biz onu görmezden geliriz. Hiç ölmeyecekmiş gibi ebedi yaşam planlar, unuturuz ölümün yanı başımızda olduğunu.
Aslında ölüm bir ölçüdür insana. Ne kadar yaşadığını değil, nasıl yaşadığının ölçüsü. Tüm içtenliği, tüm samimiyeti ile yaşantımızın anlamını sorgular ve yüzümüze vurur. Bugün yanımızda olan birisini, yarın bir çerçevede fotoğraf karesi olarak görmek korkutur insanı. Asıl korku ölüm değil, yüzleşmek istemediği, veremeyeceği hesapların korkusudur. Bu yüzden hatırlamak istemez, görmezden gelir, yok sayar ölümü.
Modern hayat düzeni, ölümü adeta uzaklaştırmak üzerine kurulmuştur. Ahlaki değerlerimizi askıya alarak yaşlılarımızı huzur evlerine, ölülerimizi morglara koyduk. Böylece ölüm gerçeğini gündelik yaşam alanlarımızdan çıkardığımızı zannettik.
Konuşmadık, hatırlamak istemedik, hatta ölüm kelimesini lugatlardan bile çıkarmak istedik. Korktuk, ürktük, çekindik, sanki adını anmazsak yanımıza gelmez dedik. Oysa hayatın en kesin gerçeği ölümdü, konuşuldukça hayata anlam katan bir gerçek.
Ellerimizden kayıp giden tutamadığımız zaman gibi, en değerlimiz olan hayatımız da akıp gidiyor. Bu yüzden hayatımızda her dakika değerli, her an özeldir. Belki de ölüm hayatın her anını anlamlı kılmak için vardır.
Giden birinin ardından pişmanlık duyarak “Keşke daha çok zaman geçirseydim” demek, insanın en büyük acılarından biridir. Bu yüzden yaşarken sevdiklerimize vakit ayırmak, onlara değer vermek, sarılmak, en insani sorumluluğumuzdur. Hepimiz farklı hayatlar yaşıyoruz ancak istesekte istemesekte sonuçta aynı sona, kaçınılmaz olan ölüme doğru yürüyoruz. Ölüm kapımızı çalmadan, insana ve insanlığa dair ahlaki bir adım atarak, ölümü gülümseyerek karşılayabilmek, belki asıl mesele budur...