Yalnızlık, sosyal ilişkilerde hissetme ile ilgili deneyimdir. Kişinin kendini sosyal yaşamdan ve ikili ilişkilerden uzak hissettiği, duygusal ve psikolojik bir durumdur.
Dünya Sağlık Örgütü, iki yıl önce dünyayı bekleyen üç büyük tehlikeden söz etmişti: gelir eşitsizliği, iklim değişikliği ve yalnızlık. İlk ikisi uzun süredir gündemimizde yer aldı. Üçüncüsü olan yalnızlık ise sessizce hayatlarımıza sızan, çoğu zaman fark etmediğimiz bir yaraya dönüştü.
‘Türkiye Dijitalleşme ve Yalnızlık Araştırması’na göre her üç kişiden biri kendini sık sık yalnız hissediyor. Modern çağın hız kazanan teknolojisi, sosyal medyanın sürekli genişleyen ağları, görünürde bizi birbirimize bağlarken, aslında aramızda görünmez duvarlar örüyor. Kent yaşamının koşuşturması, ekonomik sıkıntılar ve bireysel telaşlar bu duvarları daha da yükselterek aşılması imkânsız hale getiriyor.
İnsanların sosyal çevresi bir yana aile yaşantılarında bile yüksek düzeyde yalnızlık hissi yaşadıkları belirtiliyor. Üzerinde çok fazla konuşulmayan, etkisini ve derin boyutlarını biraz küçümsediğimiz yalnızlık hissi, insanın kalabalığın içinde dahi kendini yalnız hissetmesine neden oluyor.
Teknoloji, hem yalnızlığa çare hem de yalnızlığın nedeni. İnsanlar fiziksel olarak bir arada olsalar bile zihinsel ve duygusal açıdan kopuklar. Artık binlerce “arkadaşımız” var sosyal medya listelerinde ama yanı başımızda içten bir selam verecek kimse yok. Ünlü psikiyatr Jung’un dediği gibi: “Modern insan, ilkel insandan daha çaresiz ve yalnızdır.” İlkel insan doğaya karşı yalnızdı; modern insan ise insana karşı…
Eskiden yalnızlık, bir kabilenin dışına itilmek demekti. Bugün ise kalabalıkların içinde görünmez olmak… Aynı apartmanda yıllarca yaşayıp komşusunu tanımayan, aynı ofiste çalışıp meslektaşının adını bilmeyen insanlar olduk. Beton duvarlar arasında, birbirimize temas etmeyi, hatır sormayı unuttuk.
Modern yaşamın sunduğu konfor, bizi birbirimizden kopardı. “Daha hızlı”, “daha verimli”, “daha üretken” olmaya odaklandık; duyguları gereksiz bir yük gibi gördük. Sevgi, saygı, dayanışma, merhamet… hepsi anlamını yitirdi. Oysa insan anlam arayan bir varlıktır ve anlam ancak ilişkilerde, bağ kurmakta, birbirimizi fark etmekte saklıdır. Ne kadar unvanımız, kimliğimiz ya da takipçimiz olursa olsun, içten bir gülüş, bir merhabanın yerini hiçbiri tutmaz.
Yalnızlık artık sadece bireysel bir his değil; toplumsal bir mesele. Sosyal medyada gülümseyen yüzlerin ardında, ekran kapandığında derin bir sessizlik var. Artan psikolojik destek arayışları, yükselen antidepresan kullanımı, paylaşılan sahte “mutluluk” kareleri, hep aynı gerçeği hatırlatıyor: Modern insan, teknolojiyle donanmış ama duygusal olarak çıplak.
Peki, bu yalnızlıktan çıkış mümkün mü?
Belki de en basit hareketlerle… Bir tebessüm, bir selam, samimi bir göz teması, omuz omuza bir sohbet… Ama sadece bu kadar değil. Mahallede düzenlenen bir etkinliğe katılmak, bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olmak, komşunun kapısını çalıp “bir kahve içer misin?” diye sormak… Hepsi küçük ama derin bağlar kurar.
Jung’un haklı tespiti bugün daha çok anlam buluyor: Kalabalıklar içinde yalnızız, toplumun içinde kaybolmuş bireyleriz. Belki de en büyük cesaret, bir başkasının yalnızlığına dokunabilmek, bir merhaba diyebilmektir.