Hiç kendinize sordunuz mu: “Gördüğüm şeyler, gerçek mi veya gerçek ne kadar gerçek?”
Platon’un ünlü Mağara Alegorisini hatırlayalım, sadece antik çağın felsefi bir oyunu değildir bu anlatılan. Ekranlarımızdan dünyaya baktığımız çağımızda bile her zamankinden daha güncel, daha yakıcı, daha can alıcı bir aynadır bu hikâye.
Mağarada ki hikâyeye göre; İnsanlar doğdukları andan itibaren karanlık bir mağarada yaşarlar. Ellerinden, ayaklarından ve boyunlarından zincirlenmişlerdir. Yalnızca mağara duvarına yansıyan gölgeleri izleyebilmektedirler. Bu insanlardan biri zincirini kırar ve kendini dışarıya atar. Önce ışık yüzünden gözü kamaşır, sonra gözü ışığa alıştığında mağarada gerçek sandıkları şeyin aslında; Ateşin önünden geçen nesnelerin gölgeleri olduğunu anlar. Geri döner ve diğerlerine “Burası gerçek değil!” der ama kimseyi inandıramaz…
Yaklaşık 2400 yıl önce kaleme alınan ve günümüze kadar anlatılan bu hikâye de yer alan benzetmeler; Mağara toplumu, zincirlenmiş kişiler toplumun parçası olan insanları, zincirler insanları sınırlayan kuralları, göz kamaşması şaşkınlığı, gölgeler, toplum tarafından gerçek kabul edilmiş dogmaları anlatır. Zinciri kıran kişinin ise sorgulayan, kendi aklını kullanma cesaretini gösterebilen kişi olduğu belirtilir.
Bu anlatılan hikâye size biraz tanıdık geldi mi?
Bugün bizler de bir mağarada zincire vurulmuş gibiyiz. Ekranlardan, sosyal medyadan, reklamlardan, kurgulanmış haberlerden, algılardan besleniyoruz ve sadece gölgeleri seyrediyoruz. Gerçeğin kendisine değil, onun birer yansımasına bakıyoruz. Birileri, ekranlarda bizim için ne görmemiz gerektiğine karar veriyor. Biz de sorgulamadan, soruşturmadan, hiç rahatsızlık bile duymadan izliyoruz anlatılanları.
Peki biri zincirlerini kırarsa ve sorgulasa ne olur?
Gerçekler gün yüzüne çıkar.
Gerçekler ortaya çıktığı zaman önce gözler kamaşır, sonra gerçeklerin acı tarafını tanırız istemeden.
Alıştıklarımızdan vazgeçmek, kabullenilmiş yalanların yerine gerçeği koymak kolay değildir. İlk başta yaşadığı şaşkınlık geçmeye başlayınca görür insan gerçekleri. Sorgulamaya, soruşturmaya başlar. O zaman anlar ki gölgeler yalnızca bir yanılsamadır. Asıl olan gölgelerin ardında gizlenmeye çalışılan ışığın parlaklığı, gerçeğin aydınlığıdır. Ne kadar gizlenmeye çalışılsa da biraz çaba, biraz gayret yeterlidir, gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına.
Mağarada olduğu gibi; Gerçeğin ne olduğunu anlamadan daha zoru ise gerçeği anlatmak/anlatabilmektir. Geri dönmek. Diğerlerine “Burası gerçek değil!” demek ve reddedilmek korkusu. Çünkü insan bilmediğinden korkar, çekinir ve uzak durur. Bu yüzden çoğu insan karanlığı bildiği için sever. Bilinmeyene doğru adım atmak, zincirlerinden kurtulmak korkutur insanı. Emek ister, çaba ister, gayret ister ve en önemlisi cesaret ister zincirlerden kurtulmak.
O yüzden bu hikâye insanlara ‘’zincirlerinizi fark edin’’ mahiyetinde bir uyarıdır aslında.
Size sunulan her görüntüyü gerçek sanmayın. Duyduğunuz her bilgiye hemen inanmayın. Araştırın, sorgulayın, aklınız ve mantığınız size yol göstersin. Günümüzde artık mağara tek bir yer ile sembolize edilmiyor. Bir etiket, bazen bir televizyon, bazen bir bilgisayar, bazen bir telefon ekranı sizi zincire vurabiliyor.
Aslında hepimiz biraz zincirliyiz ama özgürlük, gerçeklerle baş başa kalmayı göze alabilen, sorgulayan, zincirleri kırıp mağaradan çıkabilenlerindir.
Bunun için kendimize sormamız gereken soru basit:
Gölgelerin ardına bakmaya, gerçeğin peşinden koşmaya cesaretimiz var mı?
Dilara AKSOY