Wittgenstein: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” görüşüyle yola çıkarak, bilginin temelinde mantığın olduğunu ve bilginin sınırlarını da yine mantığın belirlediğini söyler.
Bundan 20 yıl kadar evvel Erzurum Atatürk Üniversitesinde dersteyken Yeni Türk Edebiyatı dersinde Kazım KÖKTEKİN Hocamdan duymuştum ilk olarak bu sözü.
Dilimizdeki her fakirleşmenin düşünce ufkumuzda daralmaya yol açarken, düşünce ufkumuzda yaşanan her daralma dilimizin fakirleşmesine neden olur. “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” Cümlesi böyle bir düşünce silsilesi üzerine oturtulmuştur.
Birkaç bin kelimeyle düşünen ve yaşayan insanların köklü ve kalıcı bir medeniyet inşa etmesi mümkün değildir. Bu günümüzde dille uğraşan birçok bilim insanının, mütefekkirin ortak bakış açısıdır.
Bu yazdıklarımın, ifade ettiklerimin benzeri fikirleri ‘’Dil Gönlün Yüzen Gemisidir, Dil Olmazsa Sen Olmazsın’’ şeklinde ifade eden 26 yaşında "dünyanın en genç profesörü" unvanını kazanan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun söyleşilerinde ve eserlerinde de görmüştüm.
Oktay Sinanoğlu ‘’Bye Bye Türkçe’’ adlı eserini okumuştum. Eserinde Dil öğreniminin revaçta olduğu ülkede yabancı dil bilmeyenlerin ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükleri düşüncesini paylaşırken dilimize ciddi anlamda sahip çıkmamızı belirtiyordu.
‘’Yabancı dil öğrenmek ayrı, yabancı dille eğitim başka bir şeydir’’ şeklinde benim düşüncelerimle kesişen bir akıl yürütmeyi böyle bir bilim adamının eserlerinde okumak, söyleşilerinde izlemek benim için heyecan vericiydi.
15 yıllık öğretmenlik hayatımın 11 yılını başta Suriyeli kardeşlerimiz olmak üzere yabancılara Türkçe öğreterek geçirdim. Ufak tefek eksiklerin dışında Arapçayı da iyi seviyede konuşuyorum, Arapça yazmayı da okumayı da biliyorum. Her dilin kendisi bizzat O dili konuşanlar için mukaddestir ve öyle de olmalıdır.
Gözlemlerimi sizinle paylaşmak isterim, hayatın anlamı öncelikle kendi dilimizi ve dilimizin inceliklerini iyi bilmemizden ve mümkünse diğer dilleri de öğrenip o dildeki eserleri okuyup anlamlandırabilmemizden geçer.
Ben dilimizin sunduğu olanaklardan en iyi şekilde faydalanmaya çalışıyorum. Mesela dille ve incelikleriyle alakalı farklı eserler okuyarak gelişimime ve çevremdekilere katkı sunmaya okumaya çalışıyorum. Düşüncelerine katılmasam da vaktiyle okumuş olduğum Feyza Hepçilingirlerin ‘’Türkçe Off’’ adlı kitabının, cümlelerimizde anlatım bozukluklarından uzaklaşmak ve anlam bağı kurma açısından faydalı olduğu kanaatindeyim çünkü herkesin bildiği üzere dille anlayış arasında doğrudan bir bağ bulunmaktadır. Yanlış anlamaya mahal vermemek adına kendimi ve çocuklarımı dil hususunda yetiştirmeye gayret ediyorum.
Anadil öyle bir şeydi ki, aynı şeyi başka dilde söylediğinde anlatılanın bütün anlamı, rengi, kokusu, yitip gidiverir.
İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir müessesedir. İnsanlar duygularını düşüncelerini birbirlerine nakletmek meramlarını birbirlerine anlatmak için, dil denilen vasıtaya başvururlar [1] diyor, Muharrem Ergin.
Ben de bu gizli anlaşmalar sistemi ile duygularımı ve düşüncelerimi, meramımı sevdiklerime en doğru şekilde nasıl nakledebilirim onun kaygısını taşıyorum.
Diğer dildeki eserleri kendi asli halleriyle okumak veya bir filmi kendi diliyle izlemek de insana bambaşka kültürleri tanıma fırsatı verir ve hem düşünce hem de his dünyasında farklılıklar güzellikler oluşmasına katkıda bulunur. Fakat böyle bir girişimde bulunmadan önce muhakkak kendi kültürümüzü incelemiş ve değerlerimizi derinlemesine anlamış olalım.
Bu aşamalardan sonra okumanın, anlamanın, yorumlamanın kendimize olan faydasını göreceğimize emin olabilirsiniz. İşte o zaman kültürümüzün ve onun taşıyıcısı olan dilimizin kıymetini daha iyi anlayabiliriz.
Ve tüm bunları yaparken aklımızdan çıkarmamamız gereken hassas nokta “Dilimizin sınırlarının dünyamızın sınırları olduğudur.”
- Ergin Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul, 1962, s. 3.