*Mersin Üniversitesi uzun yıllar kentten uzak bir anlayışta, kendi içinde yaşadı ve kente önemli bir katkısı olmadı.
Teknik ve bilimsel alanda kent için maalesef ciddi bir katkı sağlayamadığı uzun bir dönem hafızalarımızda…
Kentimizde uzun yıllar, kent üniversite /ilişkilerinin yetersizliğinden, Mersin Üniversitesi’nin kente katkı konusundaki ihmallerinden, gündelik hayatın akışında Mersin’in bir üniversite kenti olarak dikkat çekmediğinden yakındık durduk.
Mersin Üniversitesi’nin halktan kopuk, kente ilgisiz, kendi içine kapanık olduğu bir uzun dönem yaşandı.
Oysa ne kadar sevinmiştik Mersin Üniversitesi ilk açıldığında…
Artık kentimizin bir Üniversitesi vardı; Mersin’in gelişmesine, ekonomisine akademik düzeyde bilimsel katkı sağlayacaktı.
Üniversitelerin, bulundukları kentin yaşam kalitesine, sosyo-kültürel sermayesine çok ciddi katkıları olduğu tartışılmaz. Konuyu salt ekonomik faydayla değerlendiren dar ve yavan zihniyetin ötesinde, üniversiteler o kentin sosyo-kültürel ve sanatsal donanımını doğrudan zenginleştirir, kentsel enerjinin bilimsel ölçeklerle değerlendirilmesini, geliştirilmesini sağlar… diye de ümit etmiştik.
Gerçekçi olalım; en azından başlangıç dönemi dikkate alınırsa, bu beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. Süreç içinde kentten uzak/ kopuk, kente katkı vermeyen, kentle hiç bir ilişkisi olmayan ayrı bir dünya yaratıldı.
Hep şarkıdaki “orda bir köy var uzakta; gitmesek de, kalmasak da o köy bizim köyümüzdür… “ gibi bizler de uzaktan, sırça köşkün içindeki üniversiteyi seyrettik!.
Rektörler değişti, ama anlayış değişmedi; kentten kopukluk sürdü gitti.
Üniversite rektörünü yıllar içerisinde yalnızca uzaktan, klasik müzik konserlerinde görebildik.
Tanışmak, konuşmak hiç mümkün olmadı.
Mersin Üniversite’sinin çeyrek yüz yıla yaklaşan tarihinde, Mersin’e bir katkısından söz edilebilir mi? Kuruluşu sırasındaki altyapı çalışmalarından ilk dönem sorunlarına kadar Mersin kentinin büyük desteğini gören Üniversite, baştan sona kendi içine kapalı kalmış, kent dinamikleriyle ilişkide hep faydacı davranmış , sert ve soğuk kopuşa zemin hazırlamıştı.
Öte yandan Üniversite kendi içinde de huzursuz bir kurum haline gelmişti.
Kuruluşundan itibaren bu konuları gündeme getiren çok sayıda yazı yazdım.
Bölgemizdeki komşu üniversitelerin bulundukları kente sağladıkları katkılarla kıyasladım.
Bu yazılarım üzerine aynı fikirde olan, olmayan; yazdıklarımı onaylayan ya da eksik bulan, Üniversitenin kurucu rektörüne kadar birçok öğretim üyesi beni aradı, görüşlerini anlattı.
Üniversite yönetiminden hiç kimseyle görüşmedim; kentten gelen onarıcı eleştiriler Çitlikköy’e ulaşamıyordu.
Sonunda da yazılarımın Üniversite sistemine girişinin yasaklandığını öğrendim; bir akademi, bilimselliğin ilk ve temel ölçütü olan ELEŞTİRİ kavramını yadsımış, tümüyle yapıcı içerikli eleştirel yazılara sansür uygulamıştı!
Ben de, mevcut yönetim sürdükçe üniversite – kent ilişkisinin düzelebileceğine dair ümidimi kaybetmiştim.
* * *
Çok sayıda olumsuz anılarımdan ikisini anlatacağım:
*2012 yılının ilk haftasında Mersin – Tarsus Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılan “Üniversite – Sanayi İşbirliği Toplantısı”na, o günkü Valimiz Sn. Hasan Basri Güzeloğlu’nun daveti üzerine katılmıştım.
Bu toplantıda Mersin Üniversitesi’nde “Mersin Üniversitesi İleri Teknoloji Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi (MEİTAM) Laboratuvarı” bulunduğunu öğrendim.
Toplantıya katılan sanayicilerin hiçbirinin bu laboratuvardan haberleri yoktu! Analiz olacak malları Mersin’den başka Üniversitelere ve özellikle oldukça uzakta bulunan Karadeniz Üniversitelerine gönderiyorlardı.
Konuya duyarlılık gösteren Sn. Valimizle bu laboratuvarın tanıtılması için neler yapılabileceğini konuştuk.
Ertesi hafta Üniversiteye giderek laboratuvarı gezdim; gerçekten dünya ölçeğinde donanıma sahip bu laboratuvarı hayranlıkla inceledim; ama bölge sanayisine katkısı olmayıp atıl vaziyette durduğunu da üzülerek gözledim.
Daha sonra bütün basın mensuplarını kendi imkanlarımla Üniversiteye getirmeyi ve bu laboratuvarın tanıtımının yapılmasını teklif ettim.
Bu teklifimi defalarca yinelememe rağmen olumlu bir cevap alamadım…
*Yine geçmiş anılarımda ve yazılarımdan: Mersin Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi Akdeniz Oyunları Kültür ve Sanat Direktörlüğü’ne atanıyor.
Akdeniz Oyunları çalışmaları kapsamında Mersin Üniversitesi’nde “Spor ve Spor Felsefesi Sempozyumu” düzenliyor.
Birçok konuşmacı ve Almanya’dan konusunda uzman ünlü bir profesör konuk ediliyor; buraya kadar her şey iyi…
Fakat hiç kimseye duyurulmuyor, basına haber verilmiyor. Üniversite öğrencilerinin bile haberinin olmadığı bu uluslararası nitelikte sempozyum bir kaç kişiyle, adeta izleyicisiz gerçekleştiriliyor.
Bu tür örnekleri rahatlıkla çoğaltabiliriz.
Özetle: Üniversiteler, o kenti bilim, sanat ve mümkünse spor konularında, teorik ve pratik olarak besler, geliştirir. Farklı girişimlerle, kurumsal dokunuşlarla o kentin gündelik hayatının içinde yol alır; öğrencilerin kentteki kurumsal yapılarla ilişkisinin önünü açar. Elbette asıl olarak önceliği üniversitenin iç işleyişidir; kurumsal kimliğine dair vizyoner çalışmalardır ve bunlar gerçekten imkân ve zaman işidir. Bununla birlikte, belki de neredeyse sıfır maliyetle kente dönük doğrudan çalışmalar yapılmalıdır. Kendi içine kapalı bir kast oluşturmak, üniversal yapıyı da içten içe çürütür.
Mersin Üniversitesi tarihinde, ne yazık ki böyle bir dönem yaşandı. Hatırlamak, hatırlatmak ve eleştirel notlar düşerek daha iyiyi konuşmak gerekiyor.
Ben bu bağlamda izlenimlerimi, tecrübelerimi, bizzat tanık olduklarımı paylaşmak ve nihayet bir tarihten sonra çok daha iyi bir çizgiye oturan Üniversite Yönetimine dair somut verileri, özellikle kentle ilişkilerde gözlediğim çağdaş adımları ve şimdiki Sn. Rektör Prof. Dr. Erol Yaşar dönemindeki parlak gelişmeleri aktarmaya çalışacağım.
(devam edecek)